Başlangıç > Genel > ASHAB-I SUFFE

ASHAB-I SUFFE

Rasûlü Kibraya (sav)’nın gölgesinde, güzel ahlakın tamamlayıcısının terbiyesinde, herkesten daha çok ilimle meşgul olup herkesten daha çok aç yatan, Allah (cc)’ın sevgilisinden başka velileri olmayan, yegâne gayeleri O (sav)’nun sonsuz ilminden bir nasip sahibi olabilmek olan kısaca ömürlerini Allah(cc) yolunda harcamakla huzura kavuşan bir gurup sahâbî…

 İşte Ashab-ı Suffe!

İslâm tarihinde “suffe” denilince, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Medine’de mescidinin bitişiğindeki bu isimle anılan yer anlaşılır. Mescidin kuzey duvarında, hurma dallarıyla bir gölgelik ve sundurma yapıldı. Buna Suffa denilirdi. Burada yaşayan sahabîlere de “ashab-ı suffe” veya “ehl-i suffe” denir.

Mescid-i Nebevî’nin Suffasında kalan bu sahabîlerin, Medine’de, ne meskenleri ve ne de akrabaları, hiç bir şeyleri yoktu. Âileden uzak, dünya meşgalesine tenezzül etmeksizin mütevazi bir hayata sahib idiler. Kur’an ilmi tahsil eder, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin va’z ve derslerini dinleyerek istifâde ederlerdi. Genellikle, oruçlu bulunurlardı. Vakitlerini Resûlüllah (sav)’ın huzurunda geçiren bu mübârek zümre, Efendimiz (sav)’den hep feyz alırdı. Resûl-i Ekrem (sav)’in medresesine Allah için nefsini feda etmiş, ilim dertlisi birer talebeydiler. Peygamber Efendimiz (sav) tarafından tespit edilen muâllimler, kendilerine Kur’an öğretirlerdi. Bunlardan yetişenler, Müslüman olan kabilelere Kur’an öğretmek ve Sünnet-i Resûlullahı beyân etmek için gönderilirlerdi. Bu cihetle de kendilerine “kurra” denilirdi. Suffa ise bu itibarla “Dârü’l-Kurra” diye anılmıştır.

Sayıları 400-500’e kadar ulaşan mütevazi fakat feyizli bir hayata sahib bulunan bu güzide Sahabîler, bir irfan ordusu idiler. Bütün mesâilerini Kur’an ve Sünnet-i Resûlullahı öğrenmeye hasretmişken, gerektiğinde gâzâlara da katılırlardı.İçlerinden evlenenler, Suffe’den ayrılırlardı;fakat, yerlerine başkaları alınırdı.

Bu güzîde sahabîler ne ticâretle, ne bir sanatla meşgul olmazlardı. İhtiyaçları Resûlüllah Efendimiz (sav) ve Sahabîlerin zenginleri tarafından temin edilirdi. Bu hususu, Suffa’nın baş talebelerinden biri olan Ebû Hureyre Hazretleri, kendisinin çok hadis rivâyet etmesini garipseyenlere karşı verdiği cevapla ne güzel ifâde etmiştir;

“Benim, fazla hadîs rivâyet edişim garipsenmesin! Çünkü; Muhacir kardeşlerimiz çarşıdaki, pazardaki ticâretleriyle, Ensar kardeşlerimiz de tarlalardaki, bahçelerdeki ziraatlarıyla meşgul bulundukları sırada Ebû Hûreyre, Peygamberin (sav) mübârek nasihatlarını hıfzediyordu.”

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Ashab-ı Suffa’nın hem tâlim ve terbiyesi, hem de mâişeti ile çok yakından ilgilenirdi. Onlarla daima oturur, sohbet eder, alakadar olurdu. Zaman zaman da onlara, “Eğer, sizin için Allah katında, neyin hazırlandığını bilseydiniz, yoksulluğunuzun ve ihtiyacınızın daha da ziyâdeleşmesini isterdiniz” diyerek, bu meşguliyetlerinin son derece mühim ve mübârek olduğunu ifâde buyururlardı.

Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav), evvelâ bu mübârek cemaatın ihtiyacını gidermeye çalışırdı. İcabında, Hâne-i Saâdetlerinin ihtiyaçlarıyla ikinci derecede meşgul olurdu. Bir kere Hz. Fâtıma (r.a.), el değirmeni ile un öğütmekten yorulduğundan şikâyet ederek bir hizmetçi istediğinde Efendimiz ciğerpâresini reddetmiş ve şöyle buyurmuştu;

“Kızım! Sen ne söylüyorsun? Ben henüz Ehl-i Suffa’nın mâişetini yoluna koyamadım.”

Bir gün, Ashab-ı Suffanın başlarına durmuş, hallerini tedkikten geçirmişti. Fukaralıklarını, çekmekte bulundukları zahmetleri görmüş, şöyle buyurarak onların kalplerini hoş etmişti;

“Ey Ashab-ı Suffa! Size müjdeler olsun ki; her kim şu sizin bulunduğunuz hal ve sıfatta ve bulunduğu durumdan razı olarak bana mülâki olursa, o benim refiklerimdendir.”

Resûlüllah Efendimize (sav) herhangi bir şey getirilince, “Sadaka mı, yoksa hediye mi” diye sorardı.Getirenler, “Sadakadır” cevabını verirlerse, onu el sürmeden Ashab-ı Suffaya ulaştırırdı. “Hediyedir” cevabını verirlerse onu kabul eder ve Ashab-ı Suffa’ya da ondan hisse ayırırdı. Çünkü; Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz (sav) sadaka kabul etmez, sadece hediye kabul ederdi. Bir gün adamın biri, tabakla hurma getirmişti. Adama, “Sadaka mıdır? Hediye midir?” diye sordu. Adam, “Sadakadır” cevabını verince, Peygamber Efendimiz onu doğruca Suffa Ehline gönderdi. O sırada torunu Hz. Hasan, Peygamber Efendimizin önünde bulunuyordu. Tabaktan bir hurma alıp ağzına götürünce, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (sav) derhal müdâhale etti ve onu ağzından çıkarttırdı. Sonra da, “Biz Muhammed ve ev halkı (Ehl-i Beyti) sadaka yemeyiz, bize sadaka helâl değildir!” buyurdu.

Tam mânasıyla Allah yoluna kendilerini vakfetmiş bulunan bu güzide Sahabîler, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin hiç bir nasihatını, hiç bir hitabesini kaçırmazlardı. Dâima orada hazır bulunur, irad edilen hitabeleri ve öğütleri hıfzedip diğer Sahabîlere de naklederlerdi. Bu bakımdan İslâmî hükümlerin muhafaza ve naklinde Ehl-i Suffa’nın pek müstesna hizmet ve gayretleri vardır. Kur’an nûrunun kısa zamanda âlemin her tarafına sürâtle yayılmasında bu ilim heyetinin büyük payı vardır. Bu bakımdan İslâm tarihinde Ehl-i Suffâ müstesnâ bir yer işgal eder.

Tam belirli bir sayısı olmayan Ashab-ı Suffe’ye mensub başlıca sahabiler arasında Ebû Zerr el-Gıfârî, Huzeyfe, Ammar, Habbâb, Ebû Hüreyre, Selmân-ı Fârisî, Suheybi’r-Rûmî, Ukbe b. Âmir, Ükkâşe, Abdullah b. Mesud, Berâ b. Mâlik gibi önemli sahabileri sayabiliriz.

Hem konum,hem de mevki itibarıyla dereceleri,sonrakilere nisbetle kıyas kabul etmeyen bu eşsiz ve nadide şahsiyetler,yaşadıkları zaman diliminde, tüm insanlığa, islamın gerçek yüzünü ve gayesini eşsiz bir şekilde yansıtmışlardı. Kainatın Efendisinin dizi dibinde,ondan aldıkları ufuk ve fehimle beraber islamı tam manasıyla yaşamış ve aktarmış olan bu güzide grup,aslında bize, hiçbir müverrisin bırakamayacağı,hiç bir nakilin naklademeyeceği bir hazine bıraktı; o da İslam.

Hiç şüphesiz ki Peygamber (s.a.s)vasıtasıyla, insanlığın yegane ve tek kurtarıcısı olarak addedilen bu din,onu idrak ve etme ve sonrasında hiçbir ekleme ve karıştırma yapmadan aktarabilme gücü ve yeteneğine sahip insanların eliyle muhafaza edilmesi ve tüm dünyaya yayılması tabîdir.  Dünyevi yoksulluğun zirvesinde olmakla beraber, bu manevi mirasın aktarıcıları olmak, ulaşılması çok güç olan bir makam olsa gerek.

Ashab-ı Suffe hakkında adı geçen Sahabe-i Kiram ve zikredilen malumattan sonra bu isimle müsemma olmaya ne kadar uzak olduğumuzun idrâki ziyade açıktır. Onların makamına ulaşma gibi bir hedef ve gayemizin olmadığı da (olmaması gerektiği de) ortadadır. Çünkü mesele sadece çalışmak değildir. Sadece kendi çalışmasıyla değil de mahza Allah (c.c) tarafından seçilmiş insan olduğu için, büyük muvaffakiyet ve makamlara nail olan insanların da varlığını kabul etmemiz gerektiğini tarih, bize söyler. Hal böyleyken geriye bize sadece bir şey düşer; Tabi’ olmak.

İslam Ağacındaki meyveler timsali Ashabı Suffe’nin, İslamın yücelmesinde ve yayılmasında ne kadar büyük fedakarlıklar göstediklerini tesbit etmek mümkün değildir ki; onlardan sonra gelen insanların da onlar gibi yaşayıp onlar gibi ölmeleri mümkün olsun. Ama tamamına ulaşılamayanın tamamı terk edilmez düsturu ile bizler, maksadımız (haşa) onların makamına ulaşmak olmadığı halde sadece ve sadece gerçek islamın muhafaza edilmesi ve aktarılması görevini üstlenen bu gruba, islamı bütün yönleriyle tağyir ve tebdile maruz bırakmak için harıl harıl çalışan insanların türediği ve günbegün de çoğaldığı bir dünyada, takat ve imkan nispetinde, peygamber ve ashabının yolu olan ehli sünnet çizgisini muhafaza ve müdafaa ederek benzeyebilmektir. Böyle bir misyonu yüklenmek,elbette ki büyük ve ciddi sorumlulukları da beraberinde getirmektedir. 

Bir yandan bu sorumlulukları yerine getirmek, diğer taraftan da sahip olduğumuz bu dini, tahrife uğratanlara fırsat vermemek için en başta Allah (cc)’ın yardımına ve sonra da sizlerin duasına müracaat etmemiz gerektiğinin bilincindeyiz. Çalışmadan,yorulmadan ilâhi yardımı beklemenin, boş bir beklenti olacağının da idrakindeyiz. Yeter ki kendimize düşen vezâifi yerine getirelim ve hiçbir zaman ümitsizlik içinde olmayalım. Unutmayalım ki gayret bizden tevfik Allah’tan.

Kategoriler:Genel
  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın